24 Eylül 2007 Pazartesi

İfk Hadisesi


İfk Hadisesi

Hz. Peygamber Benî Mustalik gazvesi için Medine’den ayrılırken yanına hanımı Hz. Âişe’yi de almıştı. Gazve dönüşü konakladıkları bir yerde sabaha karşı hareket hazırlıklarına başlandığı sırada ihtiyacını gidermek için ordugâhtan uzaklaşan Âişe geri dönerken ablasından veya annesinden hatıra olan Yemen (Zafâr) akiği gerdanlığını düşürdüğünü fark ederek aramaya koyuldu. Ancak karanlıkta onu bulup el yordamıyla tanelerini toplayıncaya kadar vakit kaybetmiş oldu. Konak yerine gelince kafilenin hareket ettiğini gördü ve yokluğunu anlayınca aramaya çıkacakları inancıyla orada beklemeye başladı. Ordunun artçılarından Safvân b. Muattal es-Sülemî görevi gereği kamp yerini kontrol edince orada bekleyen Hz. Âişe ile karşılaştı ve onu devesine bindirip orduya yetiştirdi. Fakat kendisi yaya olduğu için, hızlı yürümekle birlikte kafileye ancak kuşluk vakti ulaşabildi. Başlangıçta kimsenin dikkatini çekmeyen bu sıradan olay, münafıkların reisi Abdullah b. Übey ve adamlarının dedikodusu yüzünden huzursuzluklara yol açan önemli bir mesele halini aldı ve dedikodu şehirde kulaktan kulağa yayıldı. Öyle ki, bazı müslümanlar da bu fitne tuzağına düştüler. Sefer dönüş rahatsızlandığı için bir ay kadar yatan Hz. Âişe aleyhindeki konuşmaları sonradan öğrenmiş ve üzüntüsünden tekrar hastalanınca Hz. Peygamber’in kendisine önceki hastalıklarında olduğu kadar ilgi göstermediğini de dikkate alarak ondan izin alıp babası Hz. Ebû Bekir’in yanına gitti. Hz. Âişe ile birlikte başta Resûl-i Ekrem ve Hz. Ebû Bekir olmak üzere ailesi çok üzüntülü ve sıkıntılı günler geçirdi. Kendisinden nakledildiğine göre Hz. Âişe Hz. Peygamber’in tutum ve davranışlarından onun da dedikodulara inandığı izlenimi edinmiş ve kendisini aklamak üzere ne söylese şüphe ile karşılanacağı düşüncesiyle artık oğlu Yûsuf’un başına gelenler karşısında sabreden Hz. Ya‘kub gibi (bk. Yûsuf sûresi 12/18) Allah’tan yardım dilemekten başka çaresi kalmadığını ifade etmiştir. Bir süre sonra nâzil olan ve Nûr sûresinin 11. âyetinden itibaren başlayıp devam eden ilâhî beyan bu dedikoduların çirkin bir iftiradan (ifk) ibaret olduğunu, bu iftirayı ortaya atanların büyük bir azaba mâruz bırakılacağını haber vermiş ve müslümanların bu tür konularda basiretli davranıp dedikodulara âlet olmamaları gerektiğini vurgulamıştır (en-Nûr 24/11-19). Hz. Âişe’nin masum olduğunu ilân edip onu aklayan Nûr sûresinin ilgili âyetlerini Hz. Peygamber Mescid-i Nebevî’de müslümanlara okudu. Ardından bu çirkin iftiraya karışıp yayılmasına katkıda bulunan sahabîlerden Hassân b. Sâbit, Mistah b. Üsâse ve Hamne bint Cahş’ı Nûr sûresinin 4. âyetine göre cezaya mahkûm etti. Rivâyete göre meşhur şair Hassân b. Sâbit iftiranın diğer kurbanı Safvan b. Muattal ile aralarında eskiye dayanan bir husûmet bulunduğu için, Mistâh b. Üsâse akrabası Hz. Ebû Bekir’den sürekli yardım almış olmanın ezikliğiyle, Hamne bint Cahş da Rasûlullah nezdinde Hz. Âişe’nin itibarını düşürüp kız kardeşi Zeyneb’in konumunu güçlendirmek için bu fitneye karışmışlardır. Hz. Âişe kendisini fazlasıyla üzüp günlerce ağlatan iftira hadisesinin sonuç itibariyle hakkında hayırlı olduğunu anlamış ve şahsı vesilesiyle on âyetin birden inmesini ömrünün sonuna kadar hayatının en şerefli hadisesi olarak kabul etmiştir.

Hiç yorum yok: